• Vazgeç
    Filtrele
Filtrele

5.MÜZAYEDE "Nadir Kitaplar, Gravürler, Haritalar"

Müzayedemizde bulunan tüm eserlere 23 Ağustos Cuma Saat 21:00'a kadar online pey verebilirsiniz.

Ürünleri randevu alarak müzayede salonumuzda görebilirsiniz.

Aynı gün saat 21:03 itibariyle sitemiz üzerinden "Canlı Müzayede" başlayacak ve her eser 25 saniye ara ile nihai olarak sonuçlanacaktır.

YENİ ÜYELERİMİZİN DİKKATİNE: Müzayedemize pey verebilmek için adresinizi ve TC Kimlik numaranızı yazdığınızdan emin olunuz.

Komisyon Oranı %18+KDV'dir. Kitaplarda KDV oranı %0 ,Harita ve Gravürlerde KDV oranı %20 dir.
Ödeme Süresi Müzayede bitiminden itibaren 7 iş günüdür.

  • Kategori: Nadir Kitaplar
Lot: 28 » Nadir Kitaplar

Biblioteche Italiane’de Bulunmayan Bir İstanbul Kitabı

A[ntonio]. Baratta, Il Bosforo, Panorama del Maraviglioso Canale di Costantinopoli preceduto da un’ Accurata Descrizione dello Stretto dei Dardanelli e del mar di Marmara, Presso Roberto Bertocci, Novi, Presso A. Vannucchi, Genova, tarihsiz [c 1840]. 640 s, 39 gravür, 1 harita, 31 x 23 cm, döneminin sırtı deri, kapakları karton cildinde. Antonio Baratta (1802-1866) İstanbul’daki İtalyan büyükelçiliğinde görevliydi. Üç bölümden olşan kitabın birinci bölümünde Tenedos, Gelibolu, Çanakkale, Truva gibi yerlere yer verilmiştir. İkinci bölümde Güney Marmara’nın Kapıdağ Yarımadası, Bandırma, Bursa, Uludağ, Mudanya, İznik gibi bölgeleri anlatıldıktan sonra İstanbul’a geçilmekte Kadıköy, Üsküdar, Prens Adaları, Beşiktaş, Yeşilköy gibi yerler ile Silivri, Çorlu, Tekirdağ gibi Kuzey Marmara şehirleri anlatılmaktadır. Bosforo başlığını taşıyan 3. bölümde İstanbul ve Boğaziçi geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Bu eser Miss Julia Pardoe ile ressam Bartlett’in veya Robert Walsh ile ressam Thomas Allom’un gravürlü seyahatname türünün İtalya versiyonu sayılabilir. Elimizdeki eserdeki nefis İstanbul gravürleri Bartlett’in elinden çıkmadır. A. Baratta, daha ziyade Costantinopoli Effigiata e Descritta (Torino, 1840) isimli kitabı ile tanınır. Döneminde benzer başlıklarla birkaç baskı yapan kitabın müzayedeye sunduğumuz baskısı son derece nadir olup Biblioteche Italiane’de (İtalya Milli Kütüphanesi) kaydı bulunmamaktadır.

Detaylar
Lot: 29 » Nadir Kitaplar

Çok Nadir Bir İstanbul Ve İzmir Seyahatnamesi

[E. C. C.] Baillie, A Sail to Smyrna, or, an Englishwoman's Journal: Including Impressions of Constantinople, a Visit to a Turkish Harem, and a Railway Journey to Ephesus, Longmans, Green, and Co, London, 1873. iv, 353, [2] s, 6 gravür, 18.5 x 12 cm, bez cildinde. Mrs. Baillie 1871’de İstanbul ve İzmir’e bir yolculuk yaptı. İki hafta kaldığı İstanbul’a ait izlenimleri son derece detaylı ve canlıdır. Bizzat Baillie’nin elinde çıkan gravürler gezdiği yerlerden görüntüler içerir. Onyedi bölümden oluşan kitabın sekiz bölümü İstanbul’a, iki bölümü ise İzmir’e ayrılmıştır. Baillie, sadece kendi gördüklerini yazmaya gayret etmiş, seyahanamesini büyük bir itina ile günü gününe aldığı notlara dayanarak meydana getirmiştir. Kapalıçarşı’yı, dükkanlardaki pazarlık yöntemlerini, yürümeyi eziyete dönüşüren kötü kaldırımları, köpekleri, fayton, tahtırevan, kayık ve Şirket-i Hayriye buharlıları gibi ulaşım araçlarını yazar. Abdullah Biraderler’in müşterilerle dolu olan fotoğrafhanesini gezer, Galata Kulesi’nden görülen muhteşem manzaranın loş ve kaygan merdivenleri tırmanırken çektiği zahmete değdiğini yazar, Mevlevi dervişlerin sema gösterisini iki farklı yerde izler. Moşe isimli Yahudi rehberin önderliğinde şehrin neredeyse tamamını gezer. 1 yıl önceki büyük Péra yangınının harap ettiği yerlerden geçer, Cuma tatilini Kağıthane’yi gezerek geçirmek üzere bölgeye akın eden kalabalığı anlatır, burada dondurma, ayran ve şerbet içer. Tadı ülkesinin kahvesinden çok farklı olan Türk kahvesini hiç beğenmez, dönemin süpermarketi Péra’daki Bon Marche mağazasında herşeyin bulunabildiğini ama fiyatların pahalı olduğunu belirtir. Yazar bir tanıdığı vasıtasıyla gerçekleşen bir Paşa’nın haremine yaptığı sonu bir ziyafetle taçlanan ziyareti de uzun uzun anlatır. İzmir’e ayrılan bölümler de oldukça ilginçtir. Dar sokaklara yayılan çarşıda gelip geçen develere yol vermek için dükkana girmesi gerekir. İzmir’den Efes’e yapılan tren yolculuğunda bindikleri vagonlar İngiltere’nin 1. sınıf vagonlarından çok daha lükstür. Efes ve Artemis (Diana) tapınağı gezilir. O sırada Efes’te British Musuem namına kazılar yapmakta olan John Turtle Wood ile tanışır ve bölgenin arkeolojisi hakkında bilgi alır, Koyu bir Hristiyan olan İngiliz yazarın hayatı hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. 1853-1873 arasında sekiz kitabı basılmıştır. Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla iyi eğitim görmüştü. Blackmer 63, Atabey 47

Detaylar
Lot: 30 » Nadir Kitaplar

Nadir Bir Yunanistan-Türkiye-Filistin Seyahatnamesi

Fisher Howe, Oriental and Sacred Scenes in Greece, in Turkey and Palestine, M. W. Dodd, New York, 1854. viii, [11-] 408, [2] s, başlık s önünde pelür kağıdı ile korunmuş 1 renkli taşbaskı gravür, metin dışında pelür kağıdı ile korunmuş 3 renkli taşbaskı gravür, metin dışında 2 siyah-beyaz tahta baskı gravür, metin dışında 1 katlanır harita, 17.5 x 11 cm, yayıncısının ön yüzü desenli bez cildinde. Nadir bir Yunanistan-Türkiye-Filistin seyahatnamesi… Amerikan gezginlerinin 19. yüzyılın ortalarından itibaren yoğunlaşmaya başlayan Ortadoğu ilgisi, seyahatname literatüründe pek çok eserin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Elimizdeki eser de bunlardan biridir. Fisher Howe’un (1798-1871) bu kapsamlı eserinde Atina’dan başlayan ve Türkiye üzerinden devam ederek bugünkü Filistin topraklarında nihayetlenen bir seyahatin notlarına yer verilmektedir. Gayet yalın ve akıcı bir üslupla yazılan bu eserde, gezilen yerlerde tarihi önem arz eden konular kitabın ana eksenini oluşturmaktadır. İzmir’e deniz yoluyla gelen yazar, İzmir’i ve çevresindeki tarihi yerleri Hristiyanlık tarihi açısından göndermeler yaparak anlatmaktadır. Howe, daha sonra İstanbul’a gelerek şehrin belli başlı yerlerini dolaşmaktadır. Buradan da güneye inerek, Beyrut, Sidon, Tir, Tiberya Gölü, Samarya, Kudüs, Lut Gölü, Hebron gibi Hristiyanlık ve Yahudilik tarihi açısından önem arz eden yerler detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Kitaptaki Thomas Sinclair’in Philadelphia’daki atölyesinde basılan renkli taşbaskı gravürlerin biri (An Oriental Hamel, or Porter) ünlü Tatikyan’ın aynı konulu gravüründen esinl enilerek hazırlanmıştır. Blackmer 835 (New York, 1856 baskısı)
ILLUSTRATIONS:
I. A Man of Bethlehem frontispiece (renkli taşbaskı)
II. A Greek in Albanian Costume (renkli taşbaskı)
III. Plan of the Antiquities cf Athens, with Front Elevations of many of the most celebrated Temples (katlanır harita)
IV. An Oriental Hamel, or Porter (renkli taşbaskı)
V. A Woman of Nazareth (renkli taşbaskı)
VI. The Pool of Siloam (tahta baskı)
VII. View of Hebron, and Tomb of Abraham (tahta baskı)

Detaylar
Lot: 31 » Nadir Kitaplar

Çok Nadir Bir Levant Seyahatnamesi

George Wheler, Voyage de Dalmatie, de Grece, et du Levant. Jean Wolters, Amsterdam, 1689. 2 cilt birarada: [6], 301, [1] s, metin dışında 56 gravür, künye sayfasından öne 1 ekstra gravür, 1 katlanır harita, 1 katlanır levha; 607, [5] s, metin dışında 32 gravür, 4 katlanır levha, 16.5 x 10 cm, döneminin karton cildinde. İngiliz George Wheler (1650-1723) krallık rejimi taraftarı olması nedeniyle Cromwell iktidarındaki İngiltere'den uzakta sürgün yaşayan bir aile içinde Hollanda'da doğdu. Yaşamı boyunca 18 çocuğu oldu. Kent ve Oxford'da öğrenim gördükten sonra 1673 yılında Fransa, İsviçre ve İtalya'yı kapsayan bir yolculuğa çıkar. İtalya seyahati sırasında Venedik'teyken Jacob Spon'la tanışır ve birlikte Doğu'ya seyahat etmeyi kararlaştırırlar. J. Spon ile 1675-1676 yıllarında yaptığı Yunanistan ve Anadolu (Ege Bölgesi) yolculuğundan sonra, Wheler, bir seyahatin tehlike ve masraflarının ortaklaşa paylaşılmasının "bilimsel sonuçlarının da paylaşılması" anlamına geldiğini sayıp 1682'de seyahatnamesini yayınlar ancak bu yayın Spon'ın 1678'de yayınladığı yapıtının vasat bir kopyası olmaktan ileri gitmez. Venedik'ten yola çıkarak Zakynthos (Zante adası) ve Kithira'ya (Çuha adası) uğradılar, daha sonra Delos adasından geçerek İstanbul'a vardılar. Yolculuklarının devamında Bursa ve Akhisar (Thyateira)'dan geçerek İzmir'e varıp bir süre burada kaldılar. Yaptıkları ikinci yolculukta ise Zakynthos'dan Patras'a geçip Delfi'ye geldiler, oradan Atina'ya gidip buraları ve tüm Attika'yı gezdiler. Yolculuk arkadaşının tersine Wheler'in esas amacı arkeolojik bilgilerini derinleştirmekten çok bu yerlerle ilgili merakını gidermekti. Wheler yolculuğu sırasında derlediği binden fazla bitkiyi ve heykel, yazıt, sikke gibi arkeolojik nesneyi Oxford Üniversitesine armağan ader; sahip olduğu Yunanca ve Latince elyazmaları ise Lincoln College'e verilir. Seyahatten döndükten sonra papaz olup kilisede kariyer yapar. Wheler 1689 yılında ilk hıristiyan kiliseleriyle ilgili bir kitap daha yayınlar. 1682'de yayınlanan ve bir daha basılmayan seyahatnamesinde Zante, Delos adaları, İstanbul, Bursa, Thyateira (Akhisar), Efes, Delfi, Korint ve Atina betimlenmekte. Atina'ya ayrılmış bölümler Herodot ve Pausanias'a yapılan göndermeler yanısıra eski anıtlardan eskizler, yazıtlar ve çağdaş şehir hakkında, iklim, yönetim, insanların alışkanlıkları, kilisenin durumu, ürünler ve ticaret hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgiler içermekte. Kitapta ayrıca Spon'ın metninde de görüldüğü gibi dil konusuna da çeşitli yorumlara yer verilmekte. Wheler'in Akropolis üzerinde bulunan anıtlar hakkında anlattıkları, tutarsızlıklarına rağmen, J. Stuart ve N. Revett'in kitabının yayımına dek bu konuda esas betimleyici metin olarak kabul edilmişti. Telif hırsızlığına rağmen Atina şehri betimlemesi, Achaia olarak adlandırdığı Attika yarımadası haritası ve botanolojik gözlemleri sayesinde Wheler'in yapıtı ingiliz gezi edebiyatının örnek yapıtları arasında yer almaktadır. Blackmer 1787, Atabey 1329 [Antwerp, 1689 baskısı]

Detaylar
Lot: 32 » Nadir Kitaplar

“Türklerin Kanun, Din Ve Hayatı, Ve Saray, Ve Türk Hünkârının Bazı Savaşları Üzerine Beş Kitap”

Giovanni Antonio Menavino, I Cinque libri della Legge, Religione, et Vita de Turchi: et della Corte, & d'alcune Guerre del Gran Turco: di Giouanantonio Menauino Genouese da Vultri. Tutti racconci, & non poco migliorati. Oltre cio, vna Prophetia de' Mahomettani, & altre cose turchesche, non piu uedute: tradotte da m. Lodovico Domenichi, yayıncı ve basım yeri yok, [1548] (1. baskı). 256 s, 16,5 x 11 cm, tümsekli sırtı ve köşeleri deri, kapakları ebrulu cildinde (20. yüzyıl). 1501 yılında, seyahat ettiği ticaret gemisi, Adriyatik Denizi'nde korsanlar tarafından ele geçirilip kendisi de esir düştükten sonra, Osmanlı sarayına satılan Giovanni Antonio Menavino, Sultan II. Bayezid'in maiyetinde kaldığı on sene boyunca Enderun'da eğitim gördü, Sultan'ın hizmetinde bulundu ve on 16. Yüzyıl saray hayatına yakinen şahitlik ederek bugün bizim için önemli olabiliecek ayrıntıları kaydetti. Ülkesine döndükten otuz yıl sonra kaleme aldığı elinizdeki bu "inceleme" önemli bir eser. Fransa Kralı II. Henri'ye ithaf edilmiş ve ithaf yazısında yazar tarafından Kral'a Türklere karşı açacağı savaşta Tanrı'dan muvaffakiyet niyaz edilmiş. Yazarı eserini kabaca ve itinasız bir üslupla yazılmış olarak görmekte ve bunu sorun etmemektedir. Çünkü o bir yazar değil sadık bir yorumcudur. Gördüğü, öğrendiği şeylerin gerçek bir anlatıcısıdır. Dolayısıyla görünüşten ziyade sonuca önem vermektedir. Kralın zarafetin bulunmadığı yerde hakikati kullanmasından dolayı eseri anlayışla kabul etmesini istemektedir yazar. İnceleme olarak anılan eser, Türklerin hayatının, din ve âdetlerinin, sarayın, kurumların, tekkelerin, makamların ve tarihi değeri olan pek çok olayı kaydetmesi itibariyle dönemin tarihinin anlaşılması bakımından önemli bilgiler sunmakta yazarın "kusursuz ruhunun" bilinci doğrultusunda yapılandırdığı gözlemleri aktarmaktadır. Esir olduktan sonra saraya götürülen yazar burada babasıyla sadece bir gün beraber olur. Babası ona Türklerin iyi düzenlenmiş adetlerinden söz eder ve Türkler arasında Hıristiyanlığı unutmamasını nasihat eder. Sarayda Sultan'ın dört yeğeniyle Elifba'yı okumaya başlayan yazar dört sene içerisinde Osmanlıların konuşma dilini, edebi seviyede ve halk dili seviyesinde Arapça ve Farsça kitaplarla da tanışır. Osmanlı bilincinin temelinin otuz kısma ayrılmış mushaftan kaynaklandığını belirttiği bölüm oldukça dikkat çekici: "Kur'an Türk kanununun iptidası ve hitamı demek oluyor. Bundan dolayı bütün bunlara iyice vakıf olduğumdan onların sinsice ve kötü düzenlenmiş hayatlarını konu alan ve izah eden bir bahis yazacağım." Kitabın bir anlamda zihin arkeoloji denilebilecek bu bölümleri hem yazarın esir olarak geldiği ülke insanlarını nasıl gördüğünü hem de bu görme biçiminde çarpıtma uğramayan hususları görünür kılmasından dolayı önemli. Menavino'nun Kuran'dan "Muhammed Kanunu" olarak söz ettiği bölüm Osmanlıların Kuran anlayışlarını ve onun karşısındaki hürmet duygularını ele verir nitelikte: "Mushafa o kadar büyük bir hürmet duyarlar ki şayet temiz değilseler ve baştan ayağa kadar yıkanmamışlarsa el bile değişmezler veya mukaddes bir şeymiş gibi ellerine bez sarıp öyle tutarlar. Mabette[cami] gür sesli biri tarafından okunduğunda herkes birbiriyle hiç gürültü yapmadan huşu içinde dinler. Mushafı okuyan onu kemerinden aşağıda asla tutamaz, okuduklarına imanı tam olmalıdır. Türklerdeki çeyiz adeti ile drahoma arasında karşılaştırmalar yapar. Yine erkek çocukların sünnet edilmesi bahsinde Yahudilerle de kıyaslamalar yapar. kadıasker dinî sahada en malumatlı kimsedir. Zira malumatı olmayan bir şahıs başkalarının haklarını (bir hakime yaraşır şekilde) bilgece göremez, kendi kendisine müracaat edemez, hüküm verirken çoğu kere vuku bulduğu şüpheli durumlarda karara varamaz. Yaşı ilerlemiş şahıslardan seçilir ki yaşlı olduğu için kadınlara zaaf duyup adaleti kötüye kullanmasın. Eğer genç bir kişi kadıasker olarak seçilseydi yaşı ve tecrübesi az olduğundan diğer yaşlılar hayrete düşerlerdi ; ama onu ihtiyar görünce şaşırmazlar. Zira uzun yaşın uzun tecrübesi, daha çok malumatı vardır.Bundan dolayı adaleti muhafaza etmeyi daha hakimane yapar. Adalet, arkadaşlık veya akrabalık bağlarıyla lekelenmemeli, hiçbir şekilde başkalarının haklarını gasp etmemelidir. Kadıasker ihtiyaçlarını karşılasın ve tamaha kapılıp vazifesini kötü icra etmesin, para yüzünden adı kekelenmesin diye Padişahtan çok yüksek bir maaş alır. Çünkü para adalete büyük zarar verir." İslam'ın iyi bir din olmadığını, örtüler, sisler ve bunların altında Hıristiyanlığın ışığından mahrum "örümcek ağlarına bürünmüş vaziyette saklanan insanlar" olarak gördüğü Müslümanları "gördüğü gibi" aktaran Menavino'nun anlatımları ayıklandıktan sonra kalan tabaka da günümüze de ışık tutan önemli hususlar var. Eserin farklı baskıları farklı başlıklarla basılmıştır. İlk olarak 1548 yılında hem Floransa (Trattato de costvmi et vita de Turchi ‘Türklerin âdetleri ve hayatı üzerine risale’ hem Venedik’de (I cinque libri della legge, religione, et vita de’Turchi et della corte, & d’alcune guerre del Gran Turco ‘Türklerin kanun, din ve hayatı, ve saray, ve Türk Hünkârının bazı savaşları üzerine beş kitap’) (burada sunduğumuz baskı) basılmış olan kitabıyla karşımıza çıkıyor. 1551’de Floransa’da kitabın üçüncü bir baskısı yapılmış (I costvmi, et la vita de Tvrchi ‘Türklerin âdetleri ve yaşamı’). Her üç baskısına Bartholomej Gjorgjević’in Prophetia de mahometani, et altre cose tvrchesche başlıklı risalesi eklenmiş. Kitap Fransa kralına ithaf edilmiş olmakla, yazarımızın bir ara Fransa’da yerleşmiş olduğu düşünülebilir. Spandouginos risalesinin yanı sıra Menavino’nun kitabı Batıda XVI. yüzyılın başlangıcında Türklerin yaşamı ve Saray halk ve düzeni üzerine en önemli çağdaş, birinci elden bilgi kaynağını oluşturmuştur. Hammer-Purgstall kitabı saray düzenine ilişkin gayet değerli bir tahrir olarak nitelendirir ve sunduğu bilgilerin kaynaklarla uzlaştığını belirtir.Kitabın Türkçe baskısı Türklerin Hayatı ve Adetleri Üzerine Bir İnceleme (İstanbul, 2011) başlıklı kitaptır. Blackmer 112, Atabey 800 (Florence, 1551 baskıları)

Detaylar
Lot: 33 » Nadir Kitaplar

Iı. Abdülhamid Döneminde İstanbul

Edwin Pears, Forty Years in Constantinople, the Recollections of Sir Edwin Pears 1873-1915, D. Appleton, New York, MCMXVI [1906]. xiii, [1], 390, [2] s, başlık s önünde 1 levha (yazarın portresi), metin dışında 15 fotoğraf, indeks, 22.5 x 14.5 cm, yayıncısının bez cildinde.
Bir İngiliz avukatın 40 yıllık İstanbul hatıraları…
Hukuk eğitimi almış bir avukat olan Edwin Pears (1835-1919) İstanbul’a 1873 yılında gelmiş, İngiliz elçiliği mahkemesinde çalışmış, bir süre İstanbul’daki Avrupa Barosu’nun başkanlığını yürütmüştür. İstanbul’da 42 yıl kalan Pears, Forty Years in Constantinople, Life of Abdul Hamid, Turkey and its People gibi kitaplarıyla bu uzun ikametini değerlendirmiştir. Pears, 1876-1909 arasında tahtta bulunan Abdülhamid’in yönetimi sırasında İstanbul’da yaşadığından kitap birinci elden güvenilir bilgilerle doludur. İmparatorluğun en çalkantılı döneminin canlı tanığı olan yazar bu eserinde, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden I. Dünya Savaşı’nın başına kadar geçen olaylar ve dönemin önemli kişilerine ilişkin bilgi ve gözlemlerini verir. Sir Edwin Pears, burada yaşadığı sürece edindiği kişisel izlenimlerini, ülkeyi ziyaret eden büyükelçiler ile yaptığı görüşmeleri, Osmanlı’daki Harem hayatını, arkeolojiye duyduğu ilgiden dolayı ziyaret ettiği tarihi yerleri son derece samimi bir dilde kaleme almıştır. Bu bilgilere ek olarak Osmanlı-Rus Savaşını, Bulgaristan’da yaşanan Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında yaşanan olayları, 1876 ve 1908 devrimlerini, II Abdülhamid’in hayatını ve tahttan indirilmesine kadar geçen süre içerisinde yaşanan olayları, Doğu ile Batı arasındaki ilişkileri ve daha birçok konuyu detaylı bir şekilde işlemiştir.
Sir Edwin Pears 1835 yılında İngiltere’nin York şehrinde doğdu. Babası Robert Pears varlıklı biri idi ve Edwin’in özel bir eğitim almasını sağladı. Özel eğitimin ardından Edwin Pears Londra Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. Öğrenimi esnasında Roma hukukuna ilgi duyarak bu alanda çalışmaya başladı. O’nun kişiliği üzerindeki belirleyici bir etki bu çalışmalar sırasında ortaya çıktı. Pears hukuk yanında tarih bilimine de ilgi göstermeye başladı. Çocukluğunda aklığı dini merkezli özel eğitimin de etkisi ile bu ilgi, tarih alanında içindeki dini taassubu yansıttığı eserler vermesine de sebep oldu.

1870 yılında Londra’da bulunan dini özellik taşıyan Middle Temple barosuna katıldı ve aynı zamanda Exter’in Piskoposluğu döneminde Fredrik Temple’da özel sekreterlik yaptı. 1868’den 1872 yılına kadar Social Science Association’ın ve 1872’den itibaren de International Prison Congress’in genel sekreterlik görevlerini yaparak her iki kurumun da kayıtlarını tuttu.

1873 şalında İstanbul’da boş olduğunu öğrendiği hukuki bir görevi geçici olarak kabul etti. Geçici kaydı ile geldiği İstanbul’da zorla uzaklaştırılmasına kadar kırk yıl kaldı. Pears, İngiltere’nin İstanbul’da bulunan hukuk bürosunda avukat olarak başladığı bu görevi sırasında görevinin de etkisi ile kısa sürede Türkiye’ deki İngiliz kolonisinin en meşhur üyesi haline geldi. 1881 yılında ise mesleki kariyerinin zirvesi sayılabilecek bir göreve, Avrupa-Konsolosluk Barosu Başkanlığı’na getirildi. Bu arada Daily News gazetesinin muhabirliği görevini de devam ettirerek, hukukçu ve tarihçi unvanına bir de gazeteciliği ekledi.

Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde amansız bir Abdülhamid düşmanı olmuş ve Sultan hakkındaki düşüncelerini “Abdülhamid’in Hayatı” adlı eserinde ortaya koymuştur.

Edwin Pears hukukçu, gazeteci ve tarihçi olarak İngiltere’nin menfaatleri için yaptığı çalışmalardan dolayı şövalye ilan edildi. Ayrıca Bulgaristan ve Yunanistan’a yaptığı hizmetlerinden dolayı da her iki ülkeden de onur ve şövalye unvanı aldı. 1919 yılında İstanbul’a tekrar döndü ise de aynı yıl Malta yakınlarında geçirdiği deniz kazasında öldü.

Detaylar
Lot: 34 » Nadir Kitaplar

Ünlü Oryantalist Hammer’in En Nadir Kitabı

Joseph von Hammer-Purgstall, Constantinopolis und der Bosporos, örtlich und geschichtlich beschrieben, Hartleben’s Verlag, Pest, 1822. 2 cilt: xxxviii, 626, ixxii + [4] s, 1 levha; 534, ixxiv, [2] s, 2 katlanır İstanbul haritası, 21 x 13.5 cm, döneminin deri ciltlerinde. Joseph von Hammer-Purgstall Avrupa’da Doğu dünyasına karşı ilginin uyanmasını sağlamış ve Osmanlı tarihi konusunda uzun süre aşılamayan çalışmalar yapmış ilk oryantalistlerden biridir. Joseph von Hammer (1774-1856) Avusturya’nın doğu dilleri tercümanı ihtiyacını karşılamak için Viyana’da açılan Orientalische Akademie’ye (Şarkiyat Akademisi) girmişti (1789). Burada on yıl eğitim aldıktan sonra 1799’da mütercim/tercüman diplomat olarak İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul Boğazı’ndan güneye inerek şehre gelen Hammer izlenimlerini hatıralarında “… gözlerim kamaşmış, şaşırmış ve büyülenmiştim. Geride kalan dar boğazda geminin her manevrasıyla genişleyen su yolunda önümüzde yeni manzaralar açılıyordu” şeklinde ifade etmiştir. Hammer imparatorluk şehrini tanımaya çalışırken İstanbul’un modern manada ilk topografik haritasını çıkaran Fransız mühendisi Kauffer’den ve Saray bahçesinin Alman bahçıvanı Ensler’den yardım almıştır. O sırada Saray’da bulunan Ignaz Melling ile tanışma fırsatını bulmuştur. Hammer gerek resmi görevi gereği gerekse özel ilgisi sonucu, İstanbul’da kaldığı dört yıl zarfında Osmanlı tarihine ilişkin yazılı kaynakların neredeyse tamamından oluşan bir arşive sahip oldu. Arşivi, Topkapı kütüphanesindeki kitaplardan Suriye, Irak ve Mısır’daki yazmalara kadar pek çok kaynağı içeriyordu. Hammer’in İstanbul’daki ikameti 1806’da Yaş’a konsolos olarak atanmasıyla son bulmuştur. Bundan sonra Doğu’ya dönmemekle birlikte oryantalizm ile ilişkisini devam ettirmiştir. 1817’de İstanbul’a yeniden tayin talebi diplomatlıktan ziyade araştırma ile meşgul olmasının daha isabetli olacağı gerekçesi ile reddedilmiştir. Bundan sonra basılan ilk eseri müzayedeye sunulan Constantinopolis und der Bosporos isimli çok önemli kitaptır. Bu eser, Blackmer, Atabey gibi koleksiyonlarda bulunmayan son derece nadir bir kitaptır.

Detaylar
Lot: 35 » Nadir Kitaplar

Dekoratif Cildinde İstanbul, İznik, İzmit Ve Bursa Seyahatnamesi

Hubert E[dward]. H[enry]. Jerningham, To and From Constantinople, Hurst and Blackett, London, 1873. ix, [1], 365, [16] s kitapçı katalogu, künye s önünde 1 levha, 22.5 x 14.5 cm, yayıncısının bez cildinde. 1842-1914 yılları arasında yaşamış olan Jerningham, iki yıl Atina ve İstanbul’da yaşamış, sonrasında da Atina’ya yerleşmiş bir yazardır. İstanbul’da İngiltere büyükelçiliğinde sekreter olarak çalışıyordu. Elimizdeki kitap sekiz bölümden oluşur, İlk üç bölüm bugünkü Yunanistan topraklarına geçer. Boğaziçi ve Haliç kıyılarındaki tarihi kalıntıları ve Galata’yı gezen yazar, 1870’li yılların İstanbul’unu ve daha sonra gezdiği Bursa’yı gayet renkli bir dille, arada antik Yunan şairlerinden alıntılar yaparak ve mitolojik ve tarihi bilgiler ekleyerek anlatır. İstanbul’daki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Bulgarlar ve Kürtler de kitapta yer bulur. Jerningham, Galata köprüsünü anlatırken İstanbul aşığı ressam Amadeo Preziosi’yi unutmamış, hem Prezosi’yi hem de Galata köprüsünü şöyle anlatmıştır “Köprünün üzerindeki yaşamın mükemmel bir suluboya görünümü için, İstanbul’u ziyaret eden hiç kimse Mr. Preziosi’nin atölyesini görmeden gitmemelidir. Genelde suluboya resminde takdire şayan bir yeteneğe sahip olan sanatçı, özellikle Doğulu olan her şeye nüfuz etmiş olan o kendine has Doğu rengini yaşama geçirmiş ve böylece seyyaha en hayran kaldığı şeylerin gerçek bir hatırasını yaşatmıştır.” Blackmer 873, Atabey 618

Detaylar
Lot: 36 » Nadir Kitaplar

Ünlü Ortadoğu Seyahatnamesi

Gérard de Nerval, Voyage en Orient, Charpentier, ‎Paris, 1869 (7. Baskı “revue, corrigée et augmentée”). 2 cilt: lxxxiii, [85-] 384 ; 387 s, 18.5 x 12 cm, birer ex-libris etiketi, orijinal kağıt kapakları ciltlerin içinde muhafaza edilmiştir, döneminin sırtları tümsekli deri kapakları ve yan sayfaları ebrulu ciltlerinde.
Gérard de Nerval (1808-1855) Romantizmin en güçlü temsilcisi olan Fransız şair, yazar ve gezgindir. Kitabın Türkiye bölümü 2. ciltte s 149-364 arasındadır.
1842 sonunda, bu hevesle, her zaman düşlerini kurduğu Doğu yolculuğuna çıktı. Seyahatte yalnız değildi : Ejiptolog olduğu söylenen, tanınmamış bır kişi, Joseph de Fonfrède, yol arkadaşlığı ediyordu. Yanlarına bir hayli malzeme almışlardı : Çarşaflar, mutfak ve sofra levazımatı, gümüş takımı, o zamanlar yeni çıkmış bir icat olan fotoğraf makineleri ve filmleri. Yalnız bu sonuncuların küçük bir kusuru yolculukta kendini gösterdi : Mısır'ın azgın sıcağına dayanamayıp bozuluyorlardı. Onun için peyzajları kâğıda geçirmek ve ölümsüzleştirmek, gene Gérard'ın kalemine kaldı.

23 Aralık 1842'de Paris'ten ayrıldılar. Lyon üstünden 28 Aralık'ta Marsilya'ya geldiler. 1 Ocak'ta Menton vapuruyla Malta'ya yola çıktılar. Tekne devlet malıydı ve Nerval sadece yemek ücretini ödeyerek seyahat ediyordu. Malta ve Yunan Adaları üzerinden Kahire'ye gelindi.

Bu itinerere bakılınca, kitabı Voyage en Orient ile bir uyuşmazlık ortaya çıkar. Çünkü eser Viyana ve Dalmaçya yolundan başlamaktadır. Bunda şairimizin açık gönüllü bir tutumla hareket ettiği, ve hani, isteyenin bu yolla da gidebileceğini söylemek istediği anlaşılıyor. Bu arada yazarlık cilveleri de yapmış kendisinin görmemiş olduğu Adriyatik gibi yerleri de yazıp çizdiği olmuştur. Yine birçok bölümleri, özellikle Mısır'a ve Dürzîler'e ait bazı parçaları, bunlar üstüne yazılan bilimsel eserlerden aktarmıştı. Böylece bu «Doğuya yolculuk» eseri, gerçek ve plânda sahiden gördüğü, düşlerini kurduğu ve görmeden etüd ettiği yerlere ait yazıların bir mozayiği oluyor.

Kahire'den babasına gönderdiği mektuplardan, önce bir Fransız oteline indikleri, sonra yemeklerini kendileri pişirebilmek üzere bir ev tuttukları görülüyor. Mansur isimli bir Memlûk onlara et, ördek, güvercin, makarna ve sebzeleri karıştırarak mancalar pişiriyor, onlar da sırtlarında tarbuşları, altlarında eşekleri, Kahire'nin buğulu, renkli, yalelli sokaklarına ve pazarlarna düşüyorlardı. Epey bir zaman içinde şehri köşesi bucağıyla tanımış, ama piramitlere gitmeye uzun süre ayağı varmamıştı. «Ölü kentlerin artıklarını görmekten çok, yaşayan şehirlerin insanları beni daha çok çekiyor.» diyordu. Bu eğilimiyle, modern turistlere daha çok yaklaşır, Nerval. Çünkü bugün de İtalya'nın Pompei'sine, bizim Efes'e filân meraklı entelektüel bir miktar turistin yanında, dünyada büyük çoğunluk, yılda bir dinlenip eğlenmeğe, çevresinden çıkmaya ve değişik hayat yaşamaya bakar. Nerval ve Gautier gibi bohem yazarlar, işte bu gelişimin geçen yüzyıldaki öncüleridir. Az ilim, çok keyif!

Bunun yanında Gérard, okumuyor değildi. Kahire'deki Société Egyptienne'de Doğu'ya ait sayısız antik ve yeni eserler bulmuş, bir kısmını gözden geçirmişti. Nitekim kitabının bazı bölümlerini bunlardan aktardığını yazmıştır.

İki kafadar galiba Mısır'ın tadını iyi çıkarmışlar, hem de bugün bulunmayan bazı hususlarla : Genç bir Hintli kadın esir satın almışlardı. O tarihte Doğu'da bu bakımlardan hiç sıkıntı yoktu İstediğini biraz altın sayıp satın alabiliyor, bıkınca satabiliyordun. Daha ucuza çıkarabilmek istersen, biriyle geçici olarak evleniyordun. Tarih, bu ve buna benzer ilişkilerle doludur ve geçmiş çağlar boyunca insanlığın hayvan topluluklarından ancak bırkaç parmak yukarıda bir düzey gösterdiğine de bir kuşku yoktur ya, bu rezaleti hayvanlardan üstün tutmak kimin aklıdır, onu bilmem.

Gérard ve arkadaşları, Lübnan, Kıbrıs, Rodos ve İzmir üstünden İstanbul'a geldiler. Burada Paris'ten gençlik ve bohem yılları arkadası ressam Camille Rogier'yi buldu. Rogier, edindiği Ermeni dostlarının Boğaziçi'ndeki boş yalısında oturuyordu. Nerval, sevahatnamesinde bunların adını vermiyor. Fakat o zaman Le National gazetesine yazdığı makalelerde kim olduklarını açıklamış: Düzoğlu ailesi. Fransız araştırmacı Jean Richer bunların, saray kuyumcusu Düzoğlu ailesi olduğunu, bu zengin Ermeni ailesinin vazlık evinin de Kuruçeşme'de bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Yalıda zengin bir kütüphane de varmış.

Nerval önce Beyoğlu'nda bir eve yerleşti, sonra arkadaşı Fonfrède Paris'e dönmek zorunda kalınca, Yıldız Hanına geçti. Ramazan'da burdaydı. Sık sık Beyoğlu tarafına geçiyor, Paris gazetelerini alıyor, Beyoğlu çevreleriyle temas ediyordu. İstanbul'a ait yazdıkları, şiir gibi, kristal gibi pırıl pırıl şeylerdir. Okuyucu onun bakınca öbür tarafı görülebilecek kadar saydam olan Fransızca'sını, bu İstanbul gezgininin öbürlerinden ne kadar değişik, zengin ve ince bir ruha sahip olduğunu görür.

İstanbul tarafında Nerval'in İstanbul'a gelişi, bir Ramazan'a rastlamıştı. Eski İstanbul'da iftar ve sahur saatleri, renk, sanat ve zevk dolu birer tablo oluyorlardı. «Minarelerin balkonlarının ve kandillerinin semada birer pirlanta alyans gibi parladığı saatlerde», herkes geceyi sokaklarda geçiriyor, bütün dükkânlar defne dallarıyla, portakal ve liman fıçılarıyla donanıyor, bunların içlerinde kristal camlı fenerler, renkli deri ve kâğıtlardan lambalar pırıldıyor, havaya maytaplar atılıyor, hepsinin üstünde sarı gülkurusundan bir ay ışığı, herkesi, dükkânları, tat hiari, meyveleri kendi rengine boyuyordu. Artık «bir gece değil bırer mavi gündüz olan» bu saatlerde, Gérard, ömrü boyunca gerçekten, reelden kaçan ve descente aux enfers'i arayan ruhuna bin renkli bir sığınak bulmuş oluyor, bir anlama, şehirden kaçıp bir tiyatro sahnesinde yaşamış oluyordu. Sabah olup yükselen güneşle aydınlanan İstanbul, ona bunun için güzel gelmiyordu. Kitabının İstanbul bölümü çok geniş değildir ve gezginlerin eserleri kadar belgesel bir kaynak olmaz. Fakat 19. yüzyılın İstanbul sokaklarını, çağın en ince bir şairinden okumak. çarşıyı pazarı, günlük yaşamı kendisiyle gezmek, onunla beraber bir gece, fener alayı içinde Beyazıttan Bab-ı Humâyuna gelmek, o mahşerî ve bin renkli kalabalığın içinde yitip gitmek, tadına doyulmaz bir garip zevk oluyor.

Gérard, İstanbul üstüne, kendisinin dediği gibi, az şey yazmış, fakat bu yazdıklarını gözleriyle görmüş ve bizzat yaşamıştı. Dönüşü Korfu ve Adriyatik yoluyla yapmak istedi. Fakat ekonomi ihtiyacıyla yine bir devlet gemisine, Eurotas'a bindi ; Malta üzerinden döndü. Napoli, Pompei ve Herculaneum'u ziyaret etti. 5 Aralık'ta Marsilya'da, Aralık sonunda Paris'te idi. Doğu gezisi tam bir yıl sürdü. Ama kitabın yazılması tam yedi yıl aldı! Gérard'ın acelesi yoktu. Notlarını, makaleler halinde değişik yerlerde yayınlamaya başladı. 1844-1845'de Artiste'de Yunanistan izlenimleri çıktı. Kahire'nin Kadınları, Maronî'ler, Dürzîler makaleleri, La Revue deux Mondes'da 1846-1847'de yayınlandı. 1848' de «Doğu Hayatından Sahneler Kahire'nin Kadınları» kitap haline getirildi. Satmadığı için, editör diziye devam etmedi. 1849'da La Silhouette dergisinde, Kahire Yazıları, 1850'de Le National'de, Türkiye izlenimleri «Bir Ramazan Gecesi» başlığı ile yayınlanmağa başladı. Ilgi uyandırdığında Souveraine, Doğu Hayatından Sahneler'in ikinci cildini bastı: Lübnan'ın Kadınları. Ocak 1851'de ise (seyahatten yedi yıl sonra) yayımcı Carpentier ile mukaveleyi imzaladı. Eserin adı belli olmuştu : Voyage en Orient. (Doğu'ya Yolculuk). Eserde iki uzun hikâye de yer alıyordu: Calife Hakem ve Süleyman'la Saba Melikesi Belkis. Bu düzyazı ve şiir karışımlarının birincisinde şairimiz, hashaşa düşkün olduğu için deli sayılan ve Moristan'da oturmaya zorunlu tutulan bir filozofun yaşamını ve duygu dünyasını yazar. Bu kişi aklından kuşku duyulan ve haksız yere Dr. Blanche'in kliniğine yetırılan kendisine benzemektedir. Masonik temelli öbür hikâyeye gelince, pek ilgi duyduğu bu doğu efsanesi için ilk gençlik ve bohem yıllarında pek çok kitap okumuştu.

Böylece bu Doğu Yolculuğu eseri, Doğu'da yaptığı gezintileri kadar, Doğu'nun efsaneli ve duygulu dünyasına tutkun olan kendi ruhunun içerlerine yaptığı yolculukları da toplamış ve aydinlığa çıkarmış oluyordu. Onun için eseri, «ésoterique» bir yapı oldu. Anlattığı peyzajların arkasında hep bir amaç, bir anlam, bir felsefe yatar. Ondan dolayı da Doğu Yolculuğu, doğu yaşamının bir hiyegrolif yazısı, bir şifresi gibi okunmalıdır.

Modern kritiklerden kimileri de, bu kitabı, düşün ve gerçečin diyalektiği üzerine kurulmuş bir sanat eseri sayıyorlar.

Kişiliğinde bir dönüm noktası olmuştu, bu seyahat. Burada tanıdığı ve içine girdiği doğu mistisizmi, aşktaki hayal kırıklıklarina ve ilk delilik krizlerine eklenince, eski yüzeysel bohem şairden, bulvar tiyatrosu ve gazete yazarından, gelecek çağlar edebiyatına ışık tutan bir olağanüstü şair doğdu.

Doğu’da Seyahat’in ilk bölümünü oluşturan Avrupa izlenimleri, onun gezi mantığını ortaya koyması adına önem taşır. Bu bölümde yazarın Cenevre, Lozan, Bern, Zürih, Constance, Münih ve Viyana’yı dolaştığına tanık oluruz. Doğu’nun gizemli dünyasına Mısır’la girer ; Lübnan ve İstanbul’a yapılan gezilerle sonlandırır. Eserin özünü oluşturan ana bölüm, Kahire’deki izlenimler üzerine kurulur. İstanbul, yazar üzerinde etkili olur, yazarın Doğu hakkındaki önyargıları değişmeye başlar.
Gérard de Nerval, Tanzimat dönemiyle Batılılaşma sürecini yaşayan Türkiye’nin ilginç yanlarını dikkatlere sunar ; Türk sanat ve eğitiminin Batı’ya öykünerek yozlaşmasını bir kusur olarak belirtir.
Nerval, Beyrut-İstanbul yolculuğundan bahsederken, İzmir’de on gün karantinaya alındığını, sonra İzmir caddelerinde dolaştığını, Bornova’nın güzelliğini göremediğine üzüldüğünü ve İzmir’in bir Avrupa Şehri olduğunu belirtir.
Nerval, İstanbul’u dünyanın en güzel yeri olarak görür. Mısır’dan İstanbul’a geldiğinde, Müslüman bir Avrupa toprağında kendisini huzurlu hissettiğini ve vatanını hatırlatan özellikler olduğunu ifade eder. İstanbul’da gördüklerine şaşar: “İstanbul tuhaf bir şehir! İhtişam ve sefalet, gözyaşı ve sevinç, her yerdekinden daha sıkı bir idare ve yine her yerdekinden daha fazla bir hürriyet!” dedikten sonra, Türklerin, Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerle iç içe saygı ve birlikte yaşadıklarını görünce, bu tahammül ve müsamahayı kendilerinde göremediklerini belirtir.
Galata’nın sur kapısından geçtikten sonra, yol boyunca sıralanan kahvehanelerin masalarında Rum ve Ermeni gazeteleri gördüğünü, İstanbul’da bu dillerde beş-altı gazetenin çıkmakta olduğunu, bunların yanında Mora’dan gelen Yunan gazeteleri ile Rum diliyle yazılmış Sırp ve Ulah gazetesinin de bulunduğunu kaydeder.
Nerval, Abdülmecid döneminde İstanbul’u gezerken, camilerle kiliselerin ibadete açık oluşundan söz eder ve Sultanın sınırlı yetkilere sahip oluşuna hayret eder. Onun her Cuma camilerin birine giderek halkın arasına karıştığını ve namaz kıldığını öğrenir. Nerval’e padişahın yasal yoldan evlenme, yabancı bir kadınla evlenme, dört kadınla evlenme haklarından mahrum olduğu anlatılır. Nerval, dinlediklerinden, yaşadıklarından hareketle, İstanbul’da bütün dinlere karşı büyük müsamaha olduğu kanaatine varır ve bu fikrini belirtir. İstanbul’u muhteşem ve mütebessim bulur.
Nerval, Türklerde dinî inancın çok kuvvetli olduğunu, bu yüzden İstanbul’un bütün güzel yerlerinin mezarlıklara tahsis edildiğini ifade eder. İstanbul (Beyoğlu)’daki kahvehaneleri, halkın buluşma yeri olarak görür, bu kahveleri Fransa’nın Champs-Elysée’deki kafe-şantan’larına benzetir. Türk kadınlarının zarif ve modaya uygun giyinen şık ve güzel hanımlar olduğunu vurgular. Londra ve Paris’te olduğu gibi, İstanbul gecelerinde de insanların hür olduğunu müşahade eder. Nerval’a arkadaşlık eden bir Rus, Katerina’nın İstanbul’u görmek ve feth etmek arzusunda olduğunu, Yunanistan’a bir ordu göndermenin ve Kırım Harbi’nin sebebinin de bu olduğunu aktarır. Nerval’in ihtiyar arkadaşı, eski İstanbul’u anlatırken, “Şimdi Avrupaî tarzda inşa edilen evlerde o zaman tamamen Şark zevki hâkimdi. Örf ve âdetler, sosyal konular sıkı idi. Yasak aşk, gizli sevişme pek güçtü, fakat bu güçlük onun cazibesini arttırıyordu…” der ve eski İstanbul’un daha güzel ve muhteşem olduğunu belirtir. Nerval, karışık insanlardan oluşan toplulukların dışında, bir kadının yüzünü görmenin mümkün olmadığını anlatır.
“İstanbul dağlık tepelik bir şehirdir ve insan sanatı ve tabiata tashih için burada pek az şey göstermiştir”. Nerval, Kapalı Çarşı ile birleşen ana caddeyi hayranlıkla tasvir eder: “Bu cadde, bilhassa geceleri çok güzeldir. Etrafında harikulâde güzel bahçeler, yalsız kafesli mermer sokaklar, alaca karanlıkta çok daha güzel görünen ve göklere yükselen minareler, sayısız revaklar vardır. Altın yaldızlı yazılar, lâke boyalı resimler, renk renk parmaklıklar, cilâlı mermeden yapılmış binalar, rengârenk süsler çoktur”.

Detaylar
Lot: 37 » Nadir Kitaplar

13 Yaşında Bir Çocuğun İstanbul Seyahatnamesi

Judy Acheson, Judy in Constantinople, Frederick A. Stokes Company, New York, MCMXXX [1930]. x, [3], 200 s, başlık s önünde 1 renkli resim, metin içinde 15 küçük, 8 tam sayfa resim, kapak içlerinde birer çift sayfa harita, arka kapak içinde kitapçı etiketi, 20 x 14 cm, bez cildinde. İstanbul’a turist olarak gelen Judy Acheson (1916-2000) gördüklerini 13 yaşındaki bir kız çocuğunun gözüyle anlatıyor. Yazarın Young America looks at Russia (1932) başlıklı bir kitabı daha vardır. Kitap tanıtımı: Juvenile authors often come to public and scholarly attention because of their capacities to turn their quotidian experiences into something extraordinary. For twentieth-century teenage travel writer Julia (Judy) Acheson, however, life was something extraordinary: for several years she accompanied her father, head of the Near East Relief, across Turkey and the Soviet Union, and she wrote about her experiences in two books for Frederick Stokes: Judy in Constantinople (1930), and Young America Looks at Russia (1932). Despite the remarkable historical and material events to which young Judy bore witness, including the aftermath of the Armenian genocide, the rise of the socialist Soviet Union, and the reorganization of the former Ottoman Empire, her books are steady and even pleasant, recommended by reviewers for their educational merit rather than their excitement or literary qualities. This twenty-minute, co-authored paper tests three ways of understanding the equanimity of juvenile travel writing in the 1920s and 30s, of which Acheson’s work is a particularly illustrative example. The first approach is to conclude that the writers of juvenile travel narratives, including Acheson, were largely unskilled storytellers who had little literary interest or talent. Yet this analysis is an unhelpful endpoint, and it overlooks the consistent demand for and popularity of these books. The second approach is to consider the diplomatic and strategic purpose of this level, factual style of narrative. In the immediate post-World War I and interwar period, were child writers like Judy complicit in a foreign policy grounded in rationalism? Were Americans interested in presenting themselves as steady, reasonable forces of good in a world of chaos, and was this ideology expected of children, too? Did educational experts strive to mirror this philosophy by presenting the world as a place first to be learned about, and only then to be experienced in the form of adventure and artistry? Comparing Acheson’s work to G.P. Putnam’s “Boys Books by Boys” series and the larger fad for American juvenile travel writing in this period suggests an attempt to understand the world as a space that—whether ludic or educational—could be moulded to American purposes and be made safe for American innocence. The third approach is to consider what this equanimity says about children and child writers more generally. Though child writers who would go on to become well-known adult authors often apprenticed and played by adapting scenes from their lives into the kind of clever narratives and evocative descriptions that they appreciated, less literary child writers moulded their lives into the educational styles that they knew best, and were likely apt to conform to the expectations of their parents and publishers. As specialists in learning—that is, experiencing new things every day—child travel writers often turned their extraordinary lives and material experiences into the quotidian work of learning. Our presentation concludes that while this process may have flattened their narratives, their sturdy books found eager buyers in school librarians and other education experts, creating artifacts of American culture and internationalism that would shape a generation and continue to serve scholars today.

Detaylar
Lot: 40 » Nadir Kitaplar

Pierre Gilles İstanbul Seyehatnamesi

Pierre Gilles, P. Gyllii de Constantinopoleos. Topographia lib. IV. Lugduni Batavorum [Leiden], Ex officina Elzeviriana, 1632. 422, [6] s., [1] gravürlü başlık sayfası, 11.5 x 6 cm, deri cildinde. Pierre Gilles'in Boğaz'ın Trakya kısmını tanıtan bu eseri, ilk olarak 1561'de Lyon'da, ikinci kez Leiden'de basılmıştır. Pierre Gillus (1490 – 1555) Doğabilimci ve gezgindir. Yunanca ve Latince öğrenim gören Gilles, Akdeniz ve Adriyatik balıkları konusunda yapmış oldupu araştırmalarını 1533’te Lyon’da yayımlayarak, Kral I. François’e sundu ve ondan antik medeniyete tanık olduktan sonra barbarların elinde düşen ülkelerin keşif ve tasvirini yapabilmek için yardım istedi. Öneriyi kabul eden I. François’in Gilles’i Osmanlı ülkesine göndermiş olduğu söylenir. Söylentiye göre Anadolu’yu gezerken parasız kalan Gilles İran seferine giden Osmanlı ordusuna katılmış. O dönemde Anadolu’yu tek başına gezen, üstelik 60 yaşında bir Avrupalının Osmanlı ordusuna alınması inandırıcı gelmemekle birlikte, İran seferine katılan Fransa Elçisi Gabriel d’Aramon ve maiyetinin 1548-1549 kışını Osmanlı ordusuyla birlikte Halep’te geçirirken Gilles’i orada askerlerin arasında bulup yanlarına aldıkları da bir gerçektir. Buradan heyetle birlikte Ocak 1550’de İstanbul’a gelen Gilles, bir yıl sonra yine d’Aramon’la birlikte Fransa’ya dönmüştür. Gilles’in İstanbul’a ilk gelişinin tarihi bilinmiyor. Osmanlı ordusuna katılmasıyla o ana kadar toplamış olduğu bilgi ve malzemelerin kaybolduğunu yazar. Gerçekten de kitaplarında verdiği bilgiler yalnız İstanbul’a ait olduğundan bunların Ocak 1550-Ocak 1551arasında toplanmış olduğunu düşünebiliriz. Ancak verdiği bilgilerden 1547’den beri İstanbul’da bulunmuş olması gerektiği anlaşılıyor. Gilles’in projesi antik dönem ve Bizans dönemi hakkında bilgi vermektir ve projeyi ancak İstanbul için gerçekleştirir. Fakat bu konuda verilen ayrıntılı bilgiler, eski bina ve anıtları tespit ve yerleştirme çabaları onu gününün İstanbul topoğrafyası ve binaları için bilgiler vermeye zorlar. Böylece yazıları, 16. yy ortaları İstanbul’u için çok önemlidir. Yazar, İstanbul’un topoğrafyasından yola çıkarak ve kenti tepelere ve vadilere ayırarak sistemli olarak gözden geçirir, her bölgeyi tasvir eder. Gilles, zamanında hala görülen Bizans kalıntıları konusunda da ilginç bilgiler verir. Bundan başka Gilles Küçük Ayasofya’dan, Balık Pazarı’ndan, Çemberlitaş’tan, Tavuk Pazarı’ndan, Langa’dan ve Saraçhane çarşısı’ndan söz eder ve Fatih Camii’ni ayrıntılı biçimde anlatır. Dönüşünden sonra Roma’ya yerleşen Gilles orada öldü. Kitapları ise 1561’de latince olarak Topographie Constantinopoleos et de Illius antiquitatibus libri quatuorve de Bosphoro Thracio libri tres adlarıyla Lyon’da yayımlandı. Blackmer 687

Detaylar
Lot: 42 » Nadir Kitaplar

Baptistin Poujoulat Doğu'da bir Seyahatin Hatıraları

Baptistin Poujoulat, Récits et Souvenirs d’un Voyage en Orient, Alfred Mame et Fils, Éditeurs, Tours, 1874. 288 s, başlık s önünde pelür kağıdı ile korunmuş 1 gravür, metin dışında pelür kağıdı ile korunmuş 5 gravür, ön kapak içinde 1 mükafat etiketi, 18 x 11 cm, sırtı tümsekli deri, kapakları bez, yan sayfaları ebrulu cildinde. Bibliothèque de la Jeunesse Chrétienne serisi içinde yayınlanmıştır. 1. baskı 1848 yılında yapılmıştır. Récits et Souvenirs d’un Voyage en Orient, daha önce Voyage dans l’Asie Mineure, en Mésopotamie, à Palmyre, en Syrie, et Palestine et en Egypte (Paris, 1840-1841) adıyla basılan kitabın metni kısaltılmış baskısıdır. Atabey 983 (3. baskı) Baptistin Poujoulat, né Jean Baptiste Frédéric Poujoulat (1809-1864) est un historien français. Il est le frère cadet de Jean-Joseph-François Poujoulat (collaborateur de Joseph-François Michaud) qui l’envoya en Orient en 1836 pour rechercher de nouveaux détails sur les croisades. Voyage dans l’Asie mineure en Mésopotamie, à Palmyre, en Syrie en Palestine et en Égypte regroupe les lettres qu’il envoya à Michaud et à son frère. TABLE. I. Athènes II. Smyrne III. Sardes et Éphèse IV. Un uléma V. Histoire d’un jeune Grec VI. Un faquir VII. Kutayeh. Une famille catholique VIII. Origine de l’empire ottoman. Brousse et le mont Olympe IX. Champs où fut Troie X. Nicomédie XI. Angora XII. Un homme mort de la peste. L’hospitalité des Turcomans XIII. Césarée de Cappadoce Saint Basile XIV. Malattia. L’Euphrate XV. Le Taurus. Souvenirs bibliques XVI. Les adorateurs du diable XVII. Édesse, capitale de la Mésopotamie XVIII. Alep XIX. Antioche XX. Sidon XXI. Le Liban et les peuplades qui l'habitent XXII. Hamah. Martyre de Marcus, évêque d’Aréthuse XXIII. Le désert XXIV. Les Bédouins XXV. Palmyre XXVI. Les ruines XXVII. Saint-Jean-d’Acre XXVIII. Damas XXIX. La Palestine XXX. Souvenirs d’histoire à Tibériade XXXI. Nazareth XXXII. Le Thabor et les champs de bataille d’Esdrelon XXXIII. Naplouse et les Samaritains XXXIV. Jérusalem XXXV. Les lieux saints XXXVI. Pèlerinage à la mer Morte XXXVII. Bethléem XXXVIII. Le désert des sables mouvants et le mirage XXXIX. Les chameaux et les chameliers XL. Souvenirs historiques dans le désert

Detaylar
Lot: 44 » Nadir Kitaplar

1870'te İstanbul

Adéle Hommaire de Hell, A Travers le Monde La Vie Orientale - La Vie Creole, Didier, Paris, 1870. viii, 396 s, 17.5 x 10.5 cm, döneminin kapakları ebrulu karton cildinde. Kitabın ilk 6 bölümünde (s 1-116) yazarın İstanbul izlenimlerine yer verilmektedir. Yazar İstanbul ve Boğaziçi’nde gezdiği yerleri, karşılaştığı renkli kişilikleri ustalıkla anlatmaktadır. Louise Adèle Hommaire de Hell, née Hériot (1819-1883) est une femme de lettres et voyageuse française. Elle était membre de la Société de géographie de France. Adèle Hériot naît dans le Pas-de-Calais. Orpheline jeune, après avoir déménagé avec sa famille en Auvergne, Franche-Comté et Paris, elle est placée par sa sœur aînée dans une pension religieuse à Saint-Étienne où elle reçoit une éducation distinguée. C'est à Saint-Étienne qu'elle rencontre le jeune ingénieur civil Xavier Hommaire qu'elle épouse en 1834 et dès lors le suit dans ses voyages. Il est d'abord envoyé par le gouvernement français au service de l'Empire ottoman, afin de construire des ouvrages. Adèle le suit et lui donne trois fils (Édouard, Léon et Gustave) au cours de leurs quinze ans de vie commune et de voyages. En 1836, le jeune ménage est en Nouvelle Russie et poursuit jusqu'au Caucase et vers les steppes et les contreforts de la mer Caspienne. Xavier Hommaire est anobli par Nicolas Ier en 1839 pour ses découvertes (notamment d'une mine d'or près du Dniepr) et rajoute la particule et le nom de jeune fille de sa mère de Hell à son patronyme. En 1841, les Hommaire de Hell sont en Moldavie, ils parcourent les steppes du sud de la Russie dont Adèle Hommaire de Hell publie une description et un récit de voyage en 1846, Équipées dans les steppes de Russie 1840-18441. Le couple visite notamment les villages des doukhobors et des mennonites de Tauride près de la Molotchnaïa2. Ils rentrent en France. Adèle Hommaire de Hell publie chez Amyot en 1846 Rêveries d'un voyageur, recueil de poésies sur la Russie, la Moldavie et le Moyen-Orient. Xavier Hommaire de Hell repart pour la Perse. Xavier Hommaire de Hell meurt de fièvre à la Nouvelle-Djoulfa d'Ispahan en 1848. Sa veuve publie les récits de voyage de son mari en 1854 Voyage en Turquie et en Perse, exécuté par ordre du gouvernement français pendant les années 1846, 1847 et 1848. En 1932 paraîtront chez Plon ses Mémoires d'une aventurière. 1833-1852, puis Les Steppes de la mer Caspienne, en 1868.

Detaylar
Lot: 45 » Nadir Kitaplar

Türkiye Dahil Akdeniz Seyahatnamesi - Yazarından İthaflı

Ellis Spear, Our Cruise Around the Mediterranean, The Press of Byron S. Adams, Washington D. C., 1909. 123 s, metin dışında 4 levha, yazarından ithaflı, 22.5 x 14.5 cm, kağıt kapağında. İstanbul (s 31-38) ve İzmir’i (s 38-42) de kapsayan geniş ölçekli bir Akdeniz seyahatnamesi.
Yazarın İzmir’deki Amerikan okulları hakkında verdiği bilgiler ilgi çekicidir (s 40 vd):
What interested us most of all in Smyrna was not ancient nor oriental, for by happy chance, or rather by suggestion of that good angel, Miss Kingman, we went with her and Mrs Halleck to the American Mission Schools.
There are two such schools in close proximity, one for boys and one for girls ; the International College, for boys, under the control of Rev. Mr. McLaughlin, has no debt and is self-supporting, with between three and four hundred students, the majority of them Greeks and Armenians, with few Turks The President of the college, Rev. Mr. McLaughlin, is introducing modern scientific appliances in the school work, having a seismograph, electric plant, and other instruments which they have themselves installed. There is no other electric plant in Smyrna, and probably if they had asked permission to install theirs it would not have been granted ; but after an innovation has once been made "it goes," and the Turks only say, "we wish we had an electric plant also."
We received a courteous welcome from the President, and were taken by him, not only through the different rooms, but also to the roof of the college building, where he pointed out to us all the points of interest in the city and surrounding country. From there we went to the school for girls, where we found friends of friends - the Rev. Mr. McNaughton and wife and sister, Miss Jeslin, and from these and other teachers we received every kindness and courtesy.
This school also surprised and pleased us greatly, the classes from high school grade down to kindergarten doing work the mission may well be proud of. In both schools the work is hindered by lack of room. I can conceive of no better investment of missionary money than the support and enlargement of such schools. Every student they send out into that community becomes in a greater or less degree a missionary.
Mr. McNaughton went with us to the bazaars, and as he spoke the language and had twenty years acquaintance with the place and the people, we saw all that it was possible to see in so brief a visit. We had even, at his suggestion, a Turkish lunch on a counter kindly loaned us by one of the college boys who had become a trader. The lunch was a native affair, prepared in the street, a compound of bread and lumps of mutton broiled on a skewer over the coals in a brazier, to me not unpalatable, but I noticed the ladies did not seem hungry.
Ellis Spear (1834-1917) was an officer in the 20th Maine Volunteer Infantry Regiment of the Union Army during the American Civil War. On April 10, 1866, the United States Senate confirmed President Andrew Johnson's February 24, 1866 nomination of Spear for appointment to the grade of brevet brigadier general to rank from April 9, 1865. He was United States Commissioner of Patents in 1877-1878.

Detaylar
Lot: 47 » Nadir Kitaplar

19. YÜZYILIN 2. YARISININ İSTANBUL'UNU EN İYİ TANITAN SEYAHATNAMELERDEN BİRİ (2 Cilt)

Edmondo de Amicis, Constantinople, The John C. Winston Co, Philadelphia, 1896. 2 cilt: 303 s, çift renk başlık s, başlık s önünde baskılı pelür kağıdı ile korunmuş 1 fotogravür levha, metin dışında baskılı pelür kağıdı ile korunmuş 24 fotogravür levha ; 309 s, başlık s önünde baskılı pelür kağıdı ile korunmuş 1 fotogravür levha, metin dışında baskılı pelür kağıdı ile korunmuş 24 fotogravür levha, indeks, metin sonunda 1 renkli katlanır harita, 20.5 x 13.5 cm, yayıncısının üst tarafı yaldızlı ön yüzü ay-yıldız desenli & şömizli bez ciltlerinde. İngilizce’ye çeviren: Maria Hornor Lansdale. Fotogravürleri hazırlayan: W. H. Gilbo. İstanbul üzerine seyahatnameler arasında önemli bir yer tutan, canlı ve renkli üslubuyla geçen asrın İstanbul’u için zengin bilgiler veren, birçok dile çevrilen ve defalarca basılan kitabın dekoratif ciltli baskısı sunulmaktadır. Edmondo de Amicis (1846-1908), orijinali Cuore (Milano, 1886) adıyla basılan Çocuk Kalbi isimli çocuk kitabıyla ünlenen İtalyan yazarıdır. 1875/1876’da ressam Cesare Biseo ile birlikte İstanbul’a gelmiştir. İlk baskısı Costantinopoli adıyla (Milano, 1877-1878) basılan kitap büyük ilgi görerek birçok Avrupa diline çevrildi. İstanbul’a 28 yaşındayken büyük bir heyecanla gelen Amicis şehirde görüp yaşadıklarını canlı ve renkli üslubuyla okuyucuya aktarır. Neyle ilgileneceğini ve nasıl ilgi çekeceğini bilen, baktığı şeyi gören ve gösterebilen bir sanatkârdır. Girişte kenti denizden görmenin heyecanını anlatan Amicis, şehrin dış ve iç görünüşü arasındaki tezatlara değinir. Beyoğlu’ndaki kozmopolit hava, köprü üstündeki kalabalıklar ve buna karşılık kentin eski kesimindeki (surçi) durgunluk uzun uzun anlatılır. Bilinen yerlerin dışında, geniş yolları, büyük binaları ve villaları ile Pancaldi (Pangaltı) gibi yeni yeni gelişen semtleri gezer. Tatavla’yı (Kurtuluş), Kasımpaşa’yı, Okmeydanı’nı, bir Yahudi mahallesi olan Hasköy’ü ve Sütlüce’yi anlatır. Kapalıçarşı’da satılan mallar hakkında da ilginç bilgiler veren Amicis gelecekte İstanbul’un batılılaşıp eski havasını kaybedeceğini hayal eder. Dolmabahçe ve Çırağan saraylarını, Üsküdar’ı gezen yazar, tüm gezginlerin durağı olan Galata Mevlevîhanesi ve Rıfaî Âsitanesi’ndeki âyinleri de seyrettikten sonra kentten ayrılır. Amicis, 19. yüzyılın ikinci yarısının İstanbul’unu dünyaya en iyi tanıtan gezginleden biridir. Kitaptaki gravürlerin sanatçısı W. H. Gilbo’dur.

Detaylar
Lot: 50 » Nadir Kitaplar

İstanbul Ve İzmir İçin Çok Önemli Bir Seyahatname

Paul Eudel, Constantinople, Smyrne et Athènes, Journal de Voyage, illustrations de Frédéric Régamey et A. Giraldon, E. Dentu éditeur, Paris, 1885. viii, 431 s, başlık s önünde pelür kağıdı ile korunmuş 1 tahta baskı gravür, metin dışında pelür kağıdı ile korunmuş 7 gravür, 18 x 12 cm, yan sayfaları ebrulu, kağıt kapakları cildin içinde muhafaza edilmiş sırtı tümsekli modern deri cildinde. Resimler: Frédéric Régamey ve A. Giraldon. d'Ephèse. 1872'de İstanbul'a gelip incelemelerde bulunmuş olan Fransız yazar Paul Eudel, kitabında şöyle demiştir: "İnsana heyecan veren ulvi bir adet gereğince camiler, seyahate çıkacak kimselerin her türlü ticari senetleri ve hisse senetleriyle, kıymetli eşyalarını emanet olarak bırakmalarına her zaman açık bulunur. En eski devirlerden beri hiçbir zaman bu emanetlerden herhangi bir şey çalınmış olduğu görülmemiştir. Bizim memleketlerde hırsızların bu kadar insaflı davranacaklarını söyleyemem!" Seyyahın İstanbul'da (s 110-275) gezdiği yerler arasında Tophane, Pera, Haliç, Boğaz, Tarabya, Büyükdere, Kanlıca, Kadıköy, Bulgurlu, Üsküdar, Büyükada, Ortaköy Camii, Galata Kulesi, Topkapı Sarayı, Yedikule, Yeni Cami, çarşılar, Bedesten, Bayezid Camii, At Meydanı, Sultanahmet Camii ve Ayasofya bulunmaktadır. Ayrıca şehirdeki arabalar, hamallar, kahvehaneler, Türk kadınları, Ermeni ve Rum Ortodoks kiliseleri hakkında da gözlemlerini aktarmıştır. Sonrasında Sakız Adası üzerinden İzmir'e geçen seyyah, bu şehirdeki çarşıları ve Yahudi mahallesini anlatmış ve Efes ile ilgili gözlemlerini de aktarmıştır (s 276-336). Blackmer 559, Atabey ve Weber'de yok

Detaylar
Lot: 53 » Nadir Kitaplar

1922'de İzmir

E[vdokimos]. Dourmoussis, La Vérité sur un Drame Historique. La Catastrophe de Smyrne-Septembre 1922, Imprimerie Lemaux, Paris, 1928. 160 s, metin dışında 2 levha, sayfaları açılmamış durumda, 18.5 x 12 cm, 18.5 x 12 cm, kağıt kapağında.
Kuva-ı Milliye kuvvetlerinin İzmir’e girişi sırasında meydana gelen olayları irdeleyen bir kaynak.
DEDICACE
C'est à vous, mes chers Frères Simon et Kharalambos Dourmoussis, que je dédie ce travail dont le seul mérite est de faire toute la lumière sur le plus terrible crime historique des temps modernes.
Depuis quatre ans je ne vous ai pas oubliés un instant, et jusqu'au dernier soupir de ma vie vos noms et vos images resteront gravés dans ma mémoire.
Vous avez été sauvagement et lâchement assassinés par les bandits du Gouvernement d' Angora qui n'ont pas eu pitié ni de votre belle jeunesse ni de votre belle intelligence.
De votre sang innocent et de votre âme pure et noble jaillira sûrement la flamme de la justice immanente qui frappera les coupables.
Aucune prescription ne peut couvrir de tels crimes dont 'horreur fait pâlir les plus ténébreuses pages de l'histoire universelle.

Au milieu du deuil immense qui unit les survivants de la terrible tragédie de Smyrne aux innombrables martyrs qui sont restés là-bas, je lève ma voix pour vous donner le salut suprême de mon éternelle affection et l'assurance que vous serez vengés.

E. DOURMOUSSIS


AVANT-PROPOS

Le drame qui s'est déroulé en 1922 à Smyrne et sur les côtes de l'Asie-Mineure occidentale dépasse en horreur et en déchéance morale tout ce que l'histoire universelle pourrait nous montrer d'analogue.

Tout un peuple vigoureux d'un million et demi de chrétiens innocents ayant derrière lui une civilisation millénaire et intimement attachée par le cœur et par l'esprit à la culture française dont il était le porte-drapeau intellectuel en Orient (1) a sombré sous les coups d un massacre épouvantable au milieu de l'indifférence étonnante et vraiment criminelle de la diplomatie de l'Europe chrétienne (2) où on ne voyait plus à la tête des affaires politiques des hommes courageux tels un Gladstone, un Clemenceau et autres de cette haute classe de chefs, dont la Gloire fut la protection désintéressée et efficace des chrétiens contre les crises sanguinaires du grand massacreur turc (3).

Le conflit gréco-turc date des siècles. Les Grecs ont perdu leur indépendance en 1453.

Les querelles intestines qui remontent aux origines de leur histoire antique qui porte à toutes ses étapes les traces sanglantes des guerres civiles ont toujours été la cause des malheurs successifs du peuple grec et l'épisode le plus dramatique de cet esprit de division est, après la chute de Constantinople, la catastrophe de Smyrne en 1922.

Cet événement terrible s'est produit un siècle après la proclamation de l'indépendance hellénique en 1821, au moment même où toutes les espérances s'éveillaient pour la reconstitution glorieuse et définitive de l'empire Byzantin qui fut le berceau de l'Hellénisme romain.

Nous allons examiner brièvement mais très objectivement les causes internes et externes de ce grand événement historique dont les responsabilités politiques appartiennent en partie à la Grèce même et à ses dirigeants et, en partie, à l'Europe occidentale, nous entendons la France, l'Italie et la Grande-Bretagne (4) qui se plaisaient autrefois de se proclamer puissances protectrices du peuple grec et de tous les chrétiens du proche Orient ayant, à maintes reprises, agi en cette qualité à une époque où la juiverie (5) et le mercantilisme n'avaient pas supplanté ce qui avait subsisté de I'idéalisme politique du dix-huitième et du dix-neuvième siècle.

Quant à la Russie, la très chrétienne et orthodoxe Russie, qui était jadis à la tête de ce mouvement, ayant plusieurs fois corrigé les Turcs pour leurs effroyables massacres, depuis la disparition du régime tsariste et l'avènement d'une bande de juifs communistes au pouvoir (6), elle n'a joué un autre rôle que celui de les encourager à compléter leur sanglante besogne au préjudice des malheureux chrétiens dont les massacreurs les plus féroces et les plus abjects, depuis l'apparition de la race turque au monde, furent Moustafa Kemal et ses acolytes.

Voilà une page de l'histoire contemporaine où le sang innocent a coulé à flots sur les sentines des plus ténébreuses machinations de la politique, une page dont l'opprobre ne pourra être racheté que par des actes éclatants de pénitence et de justice politique.


(1) « Il y a dans la Méditerranée orientale, de sept à huit millions d'Hellènes. C'est à eux que nous devons pour la plus grande part cette expansion de notre langue qui fait du proche Orient comme un prolongement de la France ». C'est dans ces termes que formulait la môme vérité Michel Paillares dans son remarquable livre « Le Kemalisme devant les alliés », p. 270 et suivantes.

(2) Selon les déclarations du haut commissaire de Grèce à Smyrne, Sterghiades, au correspondant du journal athénien « Eleftheros Typos » dont nous parlons plus loin dans le chapitre où nous examinons, les responsabilités de Sterghiades dans la catastrophe de Smyrne, les navires de guerre européens ont fait preuve d'une indifférence criminelle envers les chrétiens d'Anatolie pendant le massacre de Moustafa Kemal, en accueillant par l'eau bouillante les malheureux qui s'approchaient par la nage de ces navires pour leur demander secours.

Depuis la chute de Constantinople, jamais l'histoire n'a enregistré une pareille forfaiture dans les relations des peuples chrétiens à peuples chrétiens en face des Mongols et des Barbares. Oh ! comme nous sommes loin de l'époque des croisades.

C'est par là qu'on peut juger les ravages que le mercantisme flanqué de la juiverie et de la franc-maçonnerie a accomplis dans l'ordre moral social et politique.

(3) Il serait difficile de concevoir un réquisitoire diplomatique plus accablant sur « les Massacres turcs » que le document que Clénmenceau a lu le 25 juin 1919 au nom du Conseil suprême, en réponse au memorandum de la délégation ottomane à la conférence de la Paix, présidée par Damat Ferid Pacha. Ce document dit entre autres « Que ce soit parmi les chrétiens d'Europe, ou parmi les mahométans de Syrie, d'Arabie, d'Afrique, le Turc n'a fait qu'apporter la destruction partout où il a vaincu. »

(4) Assurément, la responsabilité est commune à la France, à l'Italie et à la Grande-Bretagne. Mais je serais tenté d'en rendre plus responsable cette dernière puissance ; car ayant favorisé l'expédition des Grecs en Asie Mineure, elle aurait dû au moins, au moment du péril suprême, sans écouter les autres puissances que dominait à l'époque, hélas, l'aberration d'une turcophilie aveugle, menacer de transformer en ruines le quartier turc de Smyrne, si le grand bandit d'Angora et ses effroyables complices n'auraient pas pris les mesures nécessaires pour sauvegarder la vie, l'honneur et la fortune de tous les chrétiens d'Anatolie.

Si la grande Bretagne avait alors accompli cet acte de gloire et de courage, nous n'aurions pas à déplorer la mort de Monseigneur Chrysostome et le supplice de tant d'innocents parmi lesquels mes inoubliables frères.

(5) La question des Juifs a été soulevée à l'occasion du procès de Schwartzbard, le mourtrier de l'hetman Petlioura.

Je tiens à souligner qu'il y a un grand nombre de bons Juifs, voir même des remarquables, tels un baron de Rotschild et autres mais il y a aussi les Juifs Judas, comme l'a reconnu Schwartzbard lui-même, c'est-à-dire les Juifs du vil intérêt qui, en dehors de cet intérêt, ne connaissent aucune divinité. Bien entendu, ce sont ceux-là que nous visons ici, qu'on trouve surtout en Orient convertis à l'Islam ou à la franc-maçonnerie ou aux deux en même temps, genre Gad Franco, ancien avocat de Guiffrai à Smyrne, avocat espion au service du Kemalisme, dont un autre champion, émule digne du premier, fut Naoum Efendi, ancien grand rabbin de juifs à Constantinople. Il ne faut pas voir dans nos réflexions, un esprit quelconque d'antisemitisme, mais une simple critique des agissements de certains juifs pour lesquels nous n'avons pas été plus sévères que nous ne fûmes pour ceux des chrétiens qui ont été complices du sanglant Kemalisme. Au sujet de la distinction entre les bons et les mauvais juifs, voir aussi l'article de Michel Georges Michel dans le Paris-Midi du 22 Février 1928.

(6) C'est par le port de Novorosiski, dans la mer Noire, que fut effectué le ravitaillement des Kemalistes en munitions, par la Russie bolcheviste.

A la date du 30 juin 1921, Trotski, le fameux juif bolcheviste, adresse une lettre privée à Moustafa Kemal, dans laquelle il appelle ce dernier c son ami et son frère ». I l'exhorte à éviter les négociations avec l'ennemi commun, la Grande-Bretagne, qui ne peut que faire des menaces, sans oser agir, attendu que la Russie toute entière et tous les musulmans du monde font cause commune avec Moustafa Kemal et le soutiendront jusqu'au bout.

« Journal des Débats », du 5 juillet 1921.

La Providence divine a chatié ce misérable pour un tel appui en faveur de Moustafa Kemal contre les malheureux chrétiens d'Anatolie.

En tout cas, il est incontestable que la Grande-Bretagne, dans le conflit greco-turc de l'Asie Mineure, qui a abouti à la tragédie de Smyrne de 1922, a fait preuve d'une molesse et d'une incohérence d'idées dont a beaucoup profité Moustafa Kemal en brandissant par les soins du turcophile général anglais Towensend, le spectre de la guerre sainte en vue de l'abandon de Smyrne et de la Thrace par les grecs. (Journal des Débats du 15 juin 1921. Discours d'Hertford).

İçindekiler:

Chapitre I. La Politique de Venizelos au Point de Vue Intérieur et Extérieur
Chapitre II. L’administration de Sterghiades Haut-Commissaire de Grèce a Smyrne Pendant l’Occupation
Chapitre III. La Politique du Gouvernmenet de Gounaris Pendant l’Occupation Grecque en Asie Mineure
Chapitre IV. La Catastrophe de Smyrne. Les Massacres Horribles de Moustapha Kemal. La Question des Prisonniers. La Responsabilité Écrasante de Venizelos
Chapitre V. La Question des Réfugiés
Chapitre VI. La Grèce en Face de l’Avenir
Conclusion Générale

Detaylar
önceki
Sayfaya Git: / 8
sonraki