[Francis] Marion Crawford, Constantinople, Charles Scribner’s, New York, 1895. ix, 79 s, başlık s önünde pelür kağıdı ile korunmuş 1 resim, metin içinde 27 resim (8 tanesinin arkası basılı değil ama sayfa numaraları devam ediyor), 21.5 x 16 cm, desenli bez cildinde. Constantinople, yayımlandığı dönemde ilgi görmüş, ancak sonradan yazarının ve çizerinin diğer eserlerinin arasında gözden kaybolmuş sıra dışı bir eserdir. Francis Marion Crawford'un metni ve Edwin Lord Weeks'in çizimleri ABD'de dönemin popüler dergilerinden Scribner's Magazine'de Aralık 1893 ve Ocak 1894'te iki bölüm halinde yayımlanmış, bundan kısa süre sonra da kitaplaştırılmıştı. Metin de, resimler de İstanbul'u betimleyen çağdaşlarından önemli derecede farklılıklar gösterir. Hem Crawford, hem Weeks o dönemlerde ABD ve Avrupa'da yayımlanan İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu konulu anı ve seyahatnamelerde yaygın görülen klişelerden büyük ölçüde uzak durmayı tercih etmişlerdi. İstanbul'la ilgili metinler genellikle şehrin Helen, Roma ve Bizans dönemlerine bolca yer verir; büyük anıtlar ile saray, harem ve konak yaşamına dair kulaktan dolma spekülatif -ve de egzotik- bilgilerle örülürdü. Çizimlerde de benzer bir tercih söz konusuydu: Saraylar, camiler, Kapalıçarşı, harem ve kadınlar -herhalde talep de gördükleri için- bu tür eserlerde bolca boy gösterirdi. Yazarın ve çizerin bu konudaki farklı tutumları ise bir tesadüften kaynaklanmıyordu. Her ikisi de döneminin öncü sanatçıları arasında yer alıyordu. Crawford (1854-1909) varlıklı bir Amerikalı ailenin çocuğu olarak İtalya'da doğmuş ve yaşamının büyük bölümünü orada geçirmişti. Edwin Lord Weeks (1849-1903) de Amerika’da doğmuş, ressam olmaya karar verdiğinde Paris’e gelmiş, dönemin önde gelen oryantalist ressamlarından Gérôme’un atelyesinde çalışmış, üstelik perk çok oryantalist ressamdan farklı olarak eserlerini bizzat gözlemleyerek çizmeyi tercih etmişti. Weeks ve Crawford'un yolları 1890'ların başında İstanbul'da kesiştiğinde, ortaya koydukları eser, pek çok gezginin izlenimlerinden daha farklı olmuştu: Her ikisi de yabancısı oldukları kültürlerde yaşama, insanlarla yakınlaşma, gördüklerini tarihsel perspektife yerleştirme, dinledikleri hikâyeleri süzgeçten geçirerek kurgulanmış kısımları ayıklama ve izlenimlerini epeyce objektif biçimde yansıtma konusunda çağdaşlarından epeyce öndeydi. Weeks'in çizimlerinde insanlara odaklanması gibi, Crawford da gündelik hayatın ayrıntılarını betimliyordu. Crafword, İstanbul sokaklarındaki hayatı ilginç bir tespitle anlatmaya girişiyordu: "Türkiye'den hasta adam' diye söz etmek ve dün yada hayatın en doludizgin sürdüğü kentlerden biri olan bu şehri yıkım ve çürüme ile bağdaştırmak âdet olmuştur. Ancak Haliç'in herhangi bir yakasında yirmi dört saat geçiren biri ne İstanbul sokaklarında, ne Galata Köprüsü'nde, ne hareketli Galata semtinde, ne de Pera tepelerinde ataletle uzaktan yakından ilgili hiçbir şey düşünemez. Avrupa'dan, İtalya veya Avusturya'dan gelen biri başkentin cihanşümul hayatı, canlılığı ve faaliyeti karşısında gerçekten şaşırır." Galata Köprüsü üzerindeki izlenimlerle başlayan ayrıntılar, Kapalıçarşı'daki girift alışveriş âdetleri, sandal sefaları, mesireler, dondurmacılar, Kariye’nin arka sokakları, ev hayatı, lokantalar, aşçılar, kebaplar, sakalar, şerbetçiler, arzuhalciler, sanatseverler, Atpazarı ve mezarlıklarla sürüp gider. Crawford son noktayı, bu metropolü oluşturan diğer şehirler -Beyoğlu, Üsküdar, Fenerbahçe- ile Boğaziçi köylerini anlattıktan sonra, bir at yolculuğuyla Belgrat ormanlarından geçerek vardığı, günümüzde yeni bir şehrin uzandığı Zekeriyaköy'de, bir zamanlar Ovidius'un kaldığına inanılan kulenin eteğinde, sükûnetle koyar. Anlattıklarından, Crawford'un İstanbul'dan gelip geçerken izlenimlerini aktaran sıradan bir gezgin olmadığı sonucuna varmak hiç de zor değildir. Gerçekten de Crawford'un İstanbul'la ilişkisi gelip geçici değildi. ABD’li general Hiram Berdan'ın kızı Elizabeth Christophers Berdan ile 1884'te Beyoğlu’ndaki Fransız Katolik Kilisesi'nde evlenmiş ve daha sonraki ziyaretlerinden birinde şehirde bir yıla yakın oturmuş, Türkçe’yi okuyup yazacak düzeyde öğrenmişti. Kitabın 1890’larda İstanbul başlıklı bir Türkçe baskısı (İstanbul, 2007) yapılmıştır.