Robert Arthur Amold Levant

R[obert]. Arthur Arnold, From the Levant, The Black Sea, and The Danube, Chapman and Hall, London, 1868. 2 cilt: xi, 330 ; viii, 312 s, ex-library, 20 x 14 cm, yayıncısının bez ciltlerinde. Blackmer ve Atabey’de yok, Weber I/664. Seyahatnamenin 1. cildinin tamamı Yunanistan’a, 2. cildin ilk 4 bölümü (s 1-145) ise İstanbul’a ayrılmıştır. Mr. Arnold is fairly entitled to the praise of having produced a pleasant and readable record of his travels in regions which have been described quite often enough to make this by no means an easy task. He really has something to say about the places he has visited. Wherever he has gone he has kept his eyes and ears open, and striven, as far as possible, to find out what manner of life the people were leading,—what they were doing and thinking about. The book consists, Mr. Arnold tells us in an advertisement, of letters "entirely written en route," and he has preferred to leave these as they originally stood, as thereby securing to the reader “actual impressions of the traveller in the words called up by present scenes and incidents." Without at all undervaluing this advantage, we think that too much has been sacrificed to it. The work would certainly have been improved by judicious compression ; and though the style is, in the main, fresh and flowing, it is sometimes unstudied to carelessness, and the haste of composition has betrayed Mr. Arnold into one or two slips of the pen which ever so little reflection would have prevented. Nearly the whole of the first volume is devoted to Mr. Arnold's impressions of the political and social condition and prospects of modern Greece. İstanbul’a dair sıradığı ve ilginç izlenimler. Arnold, sıcak bir Mayıs günü sabahında gemiyle Marmara Denizi’ne geldiklerinde gördükleri karşısında bir hayli etkilenir. İstanbul’u ilk bakışta Venedik’e benzeten yazarın, ilk olarak Aya Sofya ile çevresinde göğe yükselen minareler dikkatini çeker. Marmara denizinde yol alan gemiler ve renk renk kayıklar adeta birer renk cümbüşü yaratmaktadır. Uzakta görünen Üsküdar ve ardında yükselen ağaçlar adeta şehri bir yağlıboya tablo gibi göstermektedir. Geminin Haliç’e demir atması ile birlikte etrafını irili ufaklı kayıklar sarar. Bunlar yolcuları kıyıya çıkartmak içindir ve her kayıkçı birbirinden bağımsız rengarenk yerel kıyafetler giymektedir. İlk bakışta Venedik’teki gondolları anımsatan bu kayıklar sadece iki kişi taşımakta, bir dümeni ve herhangi bir güvenlik önlemi bulunmamaktadır. Gemid’den aşağıya merdiven sarkıtılmasıyla birlikte yolcular bu kayıklar vasıtası ile kıyıya, gümrüğün olduğu yere çıkarlar. Arnold, yolcuların beraberinde getirdikleri yüklerin nasıl taşınacağını düşünürken, yetkillerin seslenmesi ile birlikte hamal diye tabir edilen, sırtında deriden bir taşıma aparatının olduğu ve kafalarında fes bulunan insanların geldiğini şaşkınlıkla görür. Hamallar aynı bir deve misali sırtlarında yük taşımakta ve bu esnada yüzleri devamlı surette yere dönük durmaktadır. Sonunda İstanbul’un dar, pis ve kalabalık sokakları ile kaldırımlarını aşarak o dönem otellerin çoğunlukla bulunduğu Pera bölgesine ulaşırlar. Burada her dinden insanı görmek mümkündür ve çok renkli bir insan profiline sahiptir. Gemiden görülen şehir manzarası ile bu bölgeden görülen birbirinden farklıdır. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış şehir adeta yükselen minareler, deniz kıyısında yer alan ahşap evler, denizde yol alan irili ufaklı gemiler ile bir resim gibidir. Arnold, onlara şehri gezdiren rehber ile birlikte Üsküdar’a gidecekleri kayıklara binerler. İstanbul’da bulunan evlerin neredeyse yarısı ve Üsküdar’daki evlerin tamamı ahşaptır. Rumların evlerini kırmızı renge, Yahudilerin ise siyah renge boyama mecburiyetlerinden bahsederken kalanlarda ise çoğunluk yeşil rengin hakim olduğunu belirtir. Türk kadınları arasındaki son moda ise küçük ve hafif bir şapka ile hemen üzerinde önce kaşlara kadar inen ve yine ardından çeneyi ve ağzı kapatan beyaz transparan peçedir. Bazılarına göre transparan olan bu peçe kadınları daha da çekici yapmaktadır. Üsküdar’da ahşap evlerin arasından yol alarak İstanbul’un en büyük Türk mezarlığına gelirler. Bu kısım oldukça ilginçtir ki mezarlıkta herhangi bir duvar veya çit bulunmamaktadır. Çünkü burası sürekli genişlemekte, ve hiç kimse bu genişlemenin bir sınırı olup olmadığını bilmemektedir. Mezarlığın dışında ise mezar taşları ile ilgili uğraşan esnafın varlığına dikkat çeker. Hepsi de büyük ebatlı Marmara mermerinden yapılmış mezar taşları ile uğraşmakta ve bazılarında özellikle tepesinde Sarık bulunan ve ince işleme gerektiren mermerleri işlemektedir. Arnold, kitabında dönemin İstanbul’una ait daha bir çok konuda ilginç izlenimlere yer vermektedir. Sir Robert Arthur Arnold (1833-1902) İngiliz liberal politikacı ve yazardı. Through Persia by Caravan (New York, 1877) başlıklı bir kitabı daha vardır. Weber I/664, Blackmer ve Atabey’de yok.